Melike Altınışık Architects – MAA , “YANKI” enstelasyonu ile tarihi, kültürel, mimari, ekonomik ve turistik açıdan İstanbul’un uluslararası vizyonunu genişletmek amacıyla düzenlenen Beyoğlu Kültür Yolu Festivali kapsamında, Erdem Akan küratörlüğünde gerçekleşen, 14 Kasım 2021’a kadar sürecek olan Beyoğlu Işık Sergisi’nde yer alıyor.
Sergi Gezi Parkı’ndan Galataport’a kadar İstiklal Caddesi rotası üzerinde 11 sanatçının enstelasyonuna ev sahipliği yapıyor. Sanat, tasarım, mimarlık gibi disiplinlerden gelen sanatçıların yer aldığı sergide, tasarımcılar, aydınlığa, karanlığa, geceye, ışıkta görünür kılınan renk, form gibi kavramlarla, birlikteliğe, var olmaya, değişim ve dönüşümlere, farklılıklara ve toleransa dikkat çekiyor.
Melike Altınışık Architects, Beyoğlu Işık Sergisi’nde, İstanbul’un tarihi boyunca farklı kültürlerin buluştuğu kozmopolitlik kavramını bugün hala bile tartışmaya açan Beyoğlu’nda, tünel başında, Yüksek Kaldırım Caddesi ve Fırçacı Sokağını bağlayan Lüleci Hendek Caddesi üzerinde konumlanan, kent içerisinde kaderine terkedilmiş, unutulmuş, birçok karşılaşmanın ve yeniden anlamlandırmaların en önemli tanıklarından biri olan Matbah Emini Hasan Ağa Çeşmesi’nin (1649) ‘YANKI’ sı ile görünmeyeni görünür kılarak kentliyle eşsiz bir diyalog kuruyor.
Kendi kabukları içerisine sığınmış, zaman zaman kent içinde kaybolmuş, zaman zaman unutulmuş, zaman zaman yok sayılmak istenmiş, bazen de bir mücevher gibi, köhneleşmiş sokakların arasından sıyrılmaya çalışırken yitirilmiş bir çeşmenin yankısı
Matbah Emini Hasan Ağa Çeşmesi:
“Yıllara meydan okuyorum. Dört bir yanımı sokaklar sarmış. Bazen bir sokak kavgasında tekmeleniyorum; inciniyorum, bazen şarkılar söyleniyor eteklerimde, bazen bir enstürman sanki yorulmuş da dinlenmek istercesine tutunuyor duvarlarıma, içimde şarkılar uçuşuyor. Bazen bir aşkın diğer yarısını bekliyorum; duvarlarım dinliyor ilk konuşma provalarını, heyecanlanıyorum. Bazen kuyularımda bir şey söylemek isteyen insanlar ağırlıyorum, dinliyorum; bazen sokakları, caddeleri yıkıyorum; ağlıyorum. Bazen bir sanatçıya eşlik ediyorum, ardımda kocaman tuvaller oluşuyor. Bir köpek yanaşıyor, okşuyorum. Galata Kulesi kanatları altına almış beni, hayatlar akıtıyor sokaklarıma. Günler geçiyor ve ben yaşlanıyorum. Eteklerimi, çehremi, tavanımı bir şeyler tutmuş, dokunuyorum; yaşadığımı hissediyorum. İnsanlar etrafımda birikiyor. Bedenimi saran parçalarım, ışıl ışıl bir insana, sokaklara ve ardından bir kente akıyor sanki. Birileri dokunuyor duvarlarıma, saatlerce bir tabloya bakar gibi izliyorlar beni, bir kısmı Galata’ya vermiş sırtını, bir yanımda ise silikleşen bir Çamlıca seması, bir kısmı da tam karşımda yaslandığım duvarlarla seyrediyor beni. Bedenimden diplerime süzülen bir ses var, parıl parıl parlıyorum. Koca bir tiyatro sahnesinde orkestrasıyla ilk gösterisine çıkmış bir sanatçıyım sanki, kentin tüm ışıkları üzerimde; hünerlerimi sergiliyorum, heyecanlanıyorum. Günler geçiyor, bulutlardan sular süzülüyor yanaklarıma. Yosunlarım, beni korumak istercesine damlaları bir bir tutup sığındırıyor kendine. Yıllardır sustuğumu farkediyorum, tüm sessizliklerim bir sese dönüşüyor yeniden. Bağırıyorum, çığlık atıyorum, nefes nefese “Buradayım” diye haykırıyorum. Sesim ardımdaki duvarlarda resimler çiziyor. Yaşıyorum. Sular sularıma, yosunlar duvarlarıma karışıyor, dört bir yanım işgal ediliyor sanki, yaşayarak tamamlanıyoruz beraber, işte öyle.”
Tasarım Kurgusu
Kent ve insanın kurduğu diyaloğun tam ortasında adeta kıskıvrak yakalanan bu çeşme ve üzerindeki MAA tasarımı ‘YANKI’ da bir algin bir mantara tutunması gibi Beyoğlu’nda Galata Kulesi önündeki bir çeşmeyle, bir kentle, bir insanla, bir yer ile simbiyotik yaşayan bir canlı gibidir. Kent metabolizması içerisinde kullanıcının tüm dinamiklerini var eden, kendini çeşme üzerinde tanımlamış, duvarlardan çeşmeye, çeşmeden sokaklara sızarak adeta önce izleyenleri, sonra çeşmeyi ve sonrasında sokaklarla bir kenti istila eden metamorfik bir katalizördür. ‘Yankı’ çeşme ardındaki duvarlardan başlayarak çeşme üzerine doğru akan ve çeşmeyi işgal eden, kentin su deposu olarak yaşayan ya da yaşamını sürdürmeye çalışan bir yapı üzerinde sanki su yüzeyi gibi rastgele yayılmış ve köşelerinden çeşmeye tutunarak kurduğu simbiyotik ilişki içerisindeki bir tasarım yaklaşımı ile oluşmuştur.
Simbiyotik bağ içerisindeki iki canlı birbirleri ile hayatlarının büyük bir kısmını kapsayan bir bölümünde veya tamamında tamamlaşık olarak yaşarlar. Simbiyoz içerisindeki canlıların en önemli ortaklaşalığı birbirlerinin evrimsel olarak gelişmemiş özelliklerini görmezden gelerek gelişmiş özelliklerinin ön plana çıkarmaları ile ortaklaşa yaşadıkları varlığa fayda sağlamaları ve beslemeleridir. Zaman geçer, birbirine simbiyotik olarak fayda sağlayan varlıklar birbirlerinden ayrılamayacak kadar sıkı bir bağ oluştururlar. Bir süre sonra birbirleri olamadan yaşayamayacak hale gelirler çünkü yaşamsal sirkülasyonlarını birbirleri üzerlerinden tanımlamaya başlarlar. ‘Yankı’ da tam bu sirkülasyon ağı içerisinde, kent metabolizmasında, su-çeşme, insan-kent, zaman-mekan gibi simbiyotik süreçlerin tanımlayıcısı olarak ortaya çıkar.
Farkındalığın Dualitesi
“Tüm bu birliktelikler veya karşıtlıklar, ikilemler, dengeler, tamamlayıcılıklar çeşmenin bir köşesinde kendine yer bulup; bir bedenden (çeşmeden) sokaklara, bir sokaktan bir caddeye, bir caddeden bir kente akarak başka bir bedende (insanda) kendini ve yaşanılanı anlamlandırmanın ve tamamlayıcılığının mutualizminden doğan bir yankıyı oluşturabilir mi?” sorusu tasarım yaklaşımının cevapsız bırakılmak istenen veya cevabın kullanıcı tarafından ifadelendirilmek istenen en temel sorusudur. Bu sorgulamaların yapılırken ‘Yankı’, çeşmenin tarihsel varoluşları içerisinde tıpkı su içerisinde yaşayan bir kayanın zamanla yosun tutması gibi yıllarca nice yaşamsal “An’a” ve “Anı’ya” tanıklık eden çeşmenin de kent içindeki bir söylemi ve belki de bu söylemden bir adım ötede kent ve kentliyle kurduğu bir diyaloğun gözler önüne serilmesi, görünmeyeni görünür kılmasıydı.
‘Yankı’, etrafa dağılan su zerrecikleri gibi saçılarak tutunduğu çeşmeyle yaşamaya başlayan geçmiş, gelecek ve bugünün arakesitinde kendine tanım bulmuş bir tasarım kurgusu içerisinde oluşmuş, çeşme bedeni yüzeyine sızan bir organizmadır. Zaman ve mekandaki kaotik değişimlere uyumlanabilen, çevresinde bulunan her sokaktaki her kullanıcı veya izleyicideki söylemi farklılaşan durağanlığa, bitmişliğe ya da tükenmişliğe bir meydan okuyuş, yaşadığını ve yaşattığını hissettiren bir varoluşun yankısıdır.
Oluşum Metadolojisi
‘Yankı’ yapısal olarak atık su borularının geri dönüştürülerek kullanılmasıyla ortaya çıkan ve karbon ayak izinin azaltılmasını destekleyen bir enstelasyon ürünüdür. Boruların su damlaları gibi bir araya gelişi bir çeşmeyi saran bir liken kümesini oluşturur. Parabolik form oluşturan boruların kurgusu su kadar transparan bir geçişin ve bir sürecin, hatta bir anın da sembolüdür. Borulardan bir modüle, modüllerden de çeşmeyi saran liken ağlarına dönüşürler. Aynı zamanda tasarımın ana kurgusu oluşturulurken bir başka sorgulama biçimi olan kendini ışıkla nasıl tanımlayabileceği sorusuna da Yankı’nın sadece çeşmeyle değil, kentle ve kent içerisindeki doğal ve yapay dinamiklerle kurduğu simbiyotik ilişki bir cevap niteliğindedir.
Karanlıkla Diyalog
‘Yankı’ yalnızca kendi içinde anlamlanan su borularından oluşmuş ve bu boruların formu ve sonuç üründe ortaya çıkan tasarımı ile alakalı bir kurgunun ürünü değildir. Sokak dinamiğinde, özellikle enstelasyon alanı olarak belirlenen Beyoğlu bölgesi ve Matbah Emini Hasan Ağa Çeşmesi yaşayan bir organizma gibi günün her saati faal ve aktif bir tutum sergiler. Bir apartmandan, bir arabadan, bir dükkandan, bir telefondan, bir tabeladan ya da Galata’dan süzülen ışıkların veya başka ifadeyle karanlığa terk edişlerin ‘Yankı’ üzerindeki varoluşu belki de ışığı hiç kullanmadan günün her saati tanımlanabilişin başka bir söylemidir. Kent içindeki karanlıkla kurduğu simbiyotik ilişki kullanıcı veya izleyici tarafından nasıl anlamlandığı ise tek ve salt bir cevap barındıran bir soru değildir. Kullanıcı karanlığın içerisindeki fark edişi ya da ışıkların altındaki bir yansımayı kendisi arar ve bulur. Sesini yeniden duyurmak isteyen çeşme ise bu kez öylesine güçlü bir çığlık atar ki, sokaklar bu sesle yankılanır. Bu yansıma ve bu yankı bulunduğu konumda Galata altındaki fark edilişin de bir vurgusudur.
Dönüşüm
Zaman ilerledikçe mevsimler değişir, ve tıpkı çeşmenin de söylediği gibi bulutlardan yanaklarına sular süzülür. Organizmalar, bu mevsimsel geçişlerde çeşmeye sarılarak bir koruyucusu gibi davranırlar. Sular çeşmeden önce yankısıyla buluşur, borulardan, boruların arasından çeşme eteklerine doğru akar. Çeşme ve yankısı su altındaki simbiyotik bağın tanımlayıcısıdır.
‘Yankı’nın çeşme ile kurduğu simbiyotik bağı bir süreci, bir değişimi, bir geçişi, bir anı, bir akışı, bir yaşayışı, bir dönüşümü ve bir mücadeleyi yeniden anlatışıdır. Bu an, bu süreç, bu dönüşüm duvarlardan çeşmeye, çeşmeden insana, insandan sokaklara, sokaklardan caddelere, caddelerden kente bağıran bir ses gibi yankılanır. Bu sessiz çığlık, çeşmenin kentli belleğinden yeniden anlam kazanmasını ve yeniden varoluşunu öyküler. Enstelasyon, varlığını fiziken çeşme üzerinde, duygusal olarak kent ve kentli belleğinde haykırdığı sürece bir organizma gibi yaşar, yayılır ve çoğalır.
KÜNYE
Sergi : Beyoğlu Işık Sergisi
Sergi Düzenleyen : TC.Kültür ve Turizm Bakanlığı
Organizasyon : Dream Design Factory – dDf
Küratör : Erdem Akan
Proje : YANKI
Tasarım : Melike Altınışık Architects-MAA , MAALab
Proje Ekibi : Melike Altınışık, Bengü Özmutlu
Asistan Ekip : Atakan Gündüz, Gülnur Aktaş
Yapım : City of Angels–COA, Melih Altınışık
Aydınlatma Danışmanı: Line Lighting Design
Fotoğraf ve Video : Mehmet Akif Sarı
Yorum Yazın!