Norveç yapımı 4 bölümlük mini dizi Arkitekten (The Architect), pek de uzak olmadığını anladığımız bir geleceği karanlık ve eleştirel bir bakışla ele alıyor. Arkitekten’de yaratılan dünyada her şey oldukça düzenli, temiz ve estetik olmasına rağmen duygusal olarak oldukça rahatsız edici bir çevre hissiyatı mevcut. Okulunu başarıyla bitirmiş bir mimarın barınma masrafını dahi karşılamakta zorlandığı, köpekleri droneların gezdirdiği ve kahve satın almadan kamusal alanı beş dakikadan fazla kullanamadığınız bir dünya… Anlıyoruz ki dizide kurgulanan geleceğin Oslo’sunda ilk kaybedilen şey temel ihtiyaçlar fakat kült tasarım olarak bahsi geçen yıldız bir ismin tasarladığı kentsel mobilyalar neyse ki halen mevcut.
Yakın gelecekte, gri, soğuk ve herkesi yabancı hissettiren bir çevrede geçen dizinin ana karakteri Julie (Eili Harboe), başarılı bir şekilde mezun olmuş gelecek vadeden bir mimardır. Julie, büyük bir mimarlık firmasında ancak stajyer olarak iş bulabilir ve normal konutlara yetecek kadar para bulamayan insanlar için dönüştürülmüş yeraltı otoparkında bir oda kiralar. Orada arkadaşlıklar geliştirir ve bu alışılagelmedik barınma alanına mecbur kalan diğer insanlarla ilişkiler kurmaya başlar. Çalıştığı firmanın şehir genelinde bir yarışmaya davet edilmesiyle Julie için işler değişir çünkü yarışmayı kazanacak fikri bulan mimara hatırı sayılır miktarda bir para ödülü verilecektir ve bu onun şehirde ev tutabilmesi için görünen tek şansıdır. Görevleri, Oslo’nun merkezinde 1000 birimlik konut projesi geliştirerek barınma krizini çözecek bir yol bulmaktır. Görünüşte oldukça imkansız görünen bu talebe cevaben Julie içinde bulunduğu şartlardan ilham alarak bir öneri geliştirir ve istenen 1000 konut birimini şehirde boş kalan otoparklara yerleştirdiği bir proje hazırlar. Toplumdaki dengesizlikleri ve barınma krizini merkezine alan mini dizinin senaristleri ikisi de öğrenci olan Nora Landsrød ve Kristian Kilde. Dizinin eş yazarlığını ve yönetmenliğini de Kerren Lumer-Klabbers üstleniyor.
Julie’nin ilişki kurduğu karakterler aracılığıyla da toplumun farklı kesimlerinin hayatlarına birer pencere açılıyor. Julie’nin okul arkadaşı ve aynı zamanda staj yaptığı firmada mimar olan, dergi kapaklarını süsleyen yıldız mimar Marcus ve yeraltı otoparkında yaşarken tanıştığı vitrinlerde canlı mankenlik yapan Kaja, hikayeleriyle ana temayı besleyen iki önemli karakter. İlginç olansa daha prestijli bir işi ve maaşı olmasına karşın Marcus’un da evinde yaşamaya devam edebilmek adına ciddi maddi sıkıntılar yaşamak durumunda kalması. Kaja’nın sokakta yaşayan babasının uzanabilmesi için ünlü bir endüstriyel tasarımcının tasarladığı bankın demir bölmelerini keserken Julie’nin mimar hassasiyetiyle ortaya koyduğu öfke izleyiciyi bambaşka bir sorgulamaya yönlendiriyor: ‘Birçok insanın yatacak bir odaya dahi sahip olamadığı bir şehirde hangi kamusal mobilyanın estetiği tartışılabilir?’ Arkitekten, yaklaşık 80 dakika süren hikayesinde toplumsal sorunları ve barınma krizini genç bir mimarın gözünden sıra dışı bir şekilde izleyiciye aktarmayı başarıyor.
Yorum Yazın!