High-tech mimari akımının öncüsü, dünyaca ünlü mimar Richard Rogers 88 yaşında hayatını kaybetti. Hafızalarda yer etmiş birçok yapının mimarı olan Rogers, yaşamına birçok ödül sığdırmayı başarmış bir isim. 2007 yılında mimarlık dünyasının en prestijli ödüllerinden biri olan Pritzker Ödülü’nü kazanan mimar, 1985 yılında Royal Gold Medal ve 2000’de Praemium Imperiale Mimarlık Ödülü’ne layık görüldü. Rogers’ın en bilinen projeleri arasında Paris’te yer alan, Renzo Piano ile birlikte tasarladıkları Centre Pompidou, Lloyds’s of London ve Millenium Dome bulunuyor.
Floransa’da doğan Rogers, Architectural Association’a katılmadan önce okul için Ingiltere’ye dönmüş ve ardından yakın dostu ünlü mimar Norman Foster ile tanıştığı Yale’de eğitim almak için ABD’ye taşınmış. İngiltere’ye döndüğünde Foster, Su Brumwell ve Wendy Cheeseman ile kurduğu Team 4 mimarlık stüdyosu ile birlikte gerçekleştirdikleri az sayıda tasarımla high-tech mimari akımının temellerini oluşturmayı başardılar. 1967 yılında Team 4’un dağılmasının ardından Rogers ve eşi Brumwell, mimarlık pratiklerine birlikte kurdukları Richard+Su Rogers Architects şirketi altında devam etti. Stüdyonun en önemli projelerinden biri Rogers’ın ailesi için tasarladıkları parlak sarı bir evdi.
Geçen üç yılın ardından Rogers, hayatına farklı bir yön veren projeyi hayata geçireceği ortaklığı başlattı. Ünlü İtalyan mimar Renzo Piano ile iş birliği yaparak Rogers + Piano’yu hayata geçirdi. O dönemlerde pek de adları duyulmamış olan ikili, 21. yüzyılın en önemli binalarından biri olacak olan Centre Pompidou’yu tasarlamak üzere açılan yarışmayı, içerisinde önemli isimlerin de bulunduğu 681 başvuru arasından seçilerek kazanmayı başardı. 1977 yılında tamamlanan yapı, hem ikilinin bilinirliğini artıran hem de high-tech mimaride dönüm noktası olmayı başaran bir yapı olarak hafızalara kazındı. Yapı, başlı başına bir manifestoydu. Alışılagelmiş müze kavramına yeni bir bakış getirerek gizlenmesine alışık olunan servis bölümlerinin ve sirkülasyon elemanlarının cepheye taşındığı yapı, böylece iç mekanda oldukça esnek bir planın yaratılmasına olanak sağlıyordu. Projenin önemli özelliklerinden birisi de yapının arazinin yalnızca yarısını işgal ederek diğer yarısını halka açık bir meydan haline getirmesiydi. Dev bir makineyi andıran yapı, 16.000 tondan fazla prefabrik çelik parça kullanılarak inşa edildi. Yapı, çarpıcı strüktürü ve alışılmadık estetiği ile öne çıktığı kadar mimarinin kentsel boyutuyla ilgili ortaya koyduğu düşünce ile de dikkat çekti.
Centre Pompidou’nun tamamlanmasının ardından, Richard Rogers, Londra’daki Lloyd’s Sigorta binasının yerini alacak yeni bir bina tasarlamakla görevlendirildi. 1986’da tamamlanan Lloyd’s of London binası Londra’nın tarihi finans merkezine Centre Pompidou’daki gibi high-tech bir mimari estetik getirmesiyle dikkat çekti. Centre Pompidou’dakine benzer şekilde bu binada da servis fonksiyonları binanın içerisinden çıkarılıp cepheye yerleştirilmiştir. Bu karar hem olası bir sorun halinde tesisatlara müdahaleyi kolaylaştırmasıyla hem de iç mekanda kesintisiz ve farklı aktivitelere izin veren esnek mekanlar oluşturmasıyla öne çıkıyor.
Mimarın ofisi Rogers Stirk Harbour + Partners, Rogers’ın ölümünün ardından: ‘O, sosyal, her zaman statüden bağımsız, her zaman kapsayıcı, her zaman keşfeden, ileriye bakan bir meslektaş ve arkadaş olarak hatırlanacak. Muazzam bir azim ve karizmaya sahip bir adam. Mimarlık sanatına ve bilimine, şehirciliğe, şehrin yaşamına, politik bağlılık ve olumlu sosyal değişime adanmış bir nezaket ve dürüstlük adamıydı’ dedi. Yıllar önce Rogers’a ün kazandıran kimi yapılar inşa edildikleri zamanlar oldukça tartışma yaratmışsa da alışılmayanı deneyen Rogers, mimarlık literatüründe yer etmiş birçok önemli yapının sıra dışı mimarı ve high-tech akımının en önemli temsilcilerinden biri olarak her zaman hatırlanacak.
Referanslar: dezeen.com, archdaily.com
Fotoğraflar: Courtesy of Dada and William Nino Rogers, Courtesy of Rogers Stirk Harbour + Partners, David Noble, Kiev.Vector / Shutterstock, Aerial Motion / Shutterstock
Yorum Yazın!