Yeraz Kortun Röportaj

DAC olarak, Türkiye’den yurt dışına tasarım, sanat ve mimarlık eğitimi almaya giden öğrencilerin deneyimlerini paylaşmak istediğimiz yeni bir söyleşi serisine başlıyoruz. Bu seride, farklı ülkelerde okuyan öğrencilerin hem başvuru süreçlerine hem de eğitim hayatlarına dair kişisel deneyimlerine yer vereceğiz. İkinci röportajımızı, şu anda Hollanda’da Royal Academy of Art’ta okuyan Yeraz Kortun ile gerçekleştirdik.

Tasarıma olan ilgin nasıl başladı? Seni bu alana yönlendiren deneyimler ve bugüne kadar etkileyen aşamalar neler oldu?

Tasarım benim için hep bir çocukluk hayaliydi diyebilirim. 9-10 yaşlarımdayken mağazaların vitrinleri ilgimi çekiyordu; vitrin tasarımcısı olmak istediğimi hatırlıyorum. O günlerden beri tasarım hep aklımda oldu aslında. Farklı alanlarda ilerlemiş olsam da, sanat ve tasarımda esnek, sorgulayıcı ve derinlemesine düşünmeye dayalı yaklaşım hep ilgimi çekti. Tasarımda sadece yüzeyde olanı değil, satır aralarını da okumaya verilen önem beni her zaman kendine çekti diyebilirim.

Lise yıllarımda gittiğim sanat atölyesi bu alan konusunda daha da emin hissetmemi sağladı, orada hazırladığımız projeler ve tasarım süreçleri beni hep çok heyecanlandırıyordu. Lise bitirme tezimi de çok sevdiğim Beyoğlu için bir bank tasarımı üzerine yazmamla kendimi gelecekte bu işi yaparken daha net görebiliyor oldum.

Royal Academy of Art ön girişi

Royal Academy of Art’a ne zaman başladın? Hangi bölümdesin ve şu an hangi dönemde okuyorsun? Okulun ismini ben hep KABK olarak duyuyorum; bu kısaltma nereden geliyor?

Royal Academy of Art’a 2023’ün Eylül ayında başladım. İç Mimarlık ve Mobilya Tasarımı bölümündeyim, şimdi üçüncü seneme geçeceğim. ‘KABK’ kısaltması, Royal Academy of Art’ın Felemenkçe karşılığı olan Koninklijke Academie van Beeldende Kunsten’den geliyor.

Hollanda’ya taşındığında karşılaştığın zorluklar oldu mu? Hem eğitim sistemi hem de çevre açısından alışmak ne kadar zaman aldı?

Tabii ki ilk zamanlar bazı zorluklarla karşılaştım. Öncelikle ilk defa yalnız yaşadığım için daha planlı bir yaşam biçimi ihtiyacı doğdu. Hollanda’daki insanların hem yaşam tarzları hem de eğitime yaklaşımları Türkiye’ye kıyasla oldukça farklı. Burada insanlar daha bireysel bir hayat sürüyor. Eğitim açısından da, daha teknik ve pratik bir lise eğitiminden geldiğim için sanat okulundaki deneysel ve özgür ortam başta benim için alışılmadık bir deneyimdi. Ancak zamanla bu farklılığı bir avantaja çevirmeyi başardığımı düşünüyorum. Türkiye’deki eğitimimde edindiğim sistemli çalışma alışkanlığı, burada proje üretirken daha düzenli ve planlı olmamı sağladı. Böylece hem yaşantım bir rutine oturdu hem de alışkanlıklarımı eğitim sürecime daha bilinçli bir şekilde entegre edebildim.

Bu okula kabul sürecin nasıldı? Başvuru için neler gerekiyor? Nasıl bir portfolyo hazırladın?

Uzun süreli ama bir o kadar da öğretici bir hazırlık süreci geçirdim. KABK portfolyo ve her bölüme özgün iki ödev istiyordu. Bu iki dokümanın yanında ise motivasyon mektubu gerekiyordu. Benim için tüm bu başvuru süreci çok öğreticiydi. Bu süreçte birçok proje ürettim ve aralarından en uygunlarını seçerek başvurularımı yaptım. Bu aşamadan sonra ise mülakat geldi. Burada hem kendinize hem okula karşı dürüst olmak ve ilginizi samimi bir şekilde yansıtmak önemli diye düşünüyorum.

Portfolyomda dikkat ettiğim noktalar; mümkün olduğunca farklı alanlara dokunmak, çeşitli yöntem ve medyumları deneyimlemek ve belki de en önemlisi, her projenin arkasındaki tasarım sürecini açık bir şekilde göstermeye özen göstermekti. Bu sayede okul sizin düşünme ve üretme tarzınız hakkında bilgi sahibi olmuş oluyor.

Royal Academy of Art’ı tercih etme sebebin neydi? Diğer okullarla kıyasladığında seni buraya çeken özellikler nelerdi?

Bu okula başvurmadan önce Hollanda’daki ArtEZ, DAE, Willem de Koonig gibi diğer okulları da ziyaret etme ve öğrencilerle konuşma fırsatı yakalamıştım, sen de bu öğrencilerden biriydin hatta. Bu gezi ve sohbetlerin kendi ihtiyacıma en uygun okulu belirlemede bana çok yardımcı olduğunu söyleyebilirim.

KABK’ı gezerken burada benim bölümümden tanıştığım insanlar, koridorlarda duran projeler ve okulun içerisindeki çok sayıdaki atölye beni büyülemişti. Burada bulunmak ve o atmosferi deneyimlemek gerçekten çok etkileyiciydi. Konsept üretme, derinlemesine araştırma yapma ve malzeme tanıma açısından güçlü bir yapıya sahip olduğu için KABK, hayalini kurduğum bir okul haline geldi diyebilirim.

Şu anda nasıl dersler alıyorsun? Hangi projeler üzerinde çalışıyorsun ve genel olarak nelerle meşgulsün?

Bu dönem mimarlık ve tasarım tarihine odaklanan bir ders aldım. Derste, batı ve doğu’daki tasarım yaklaşımlarının yanı sıra Social Design, Drifting Materials ve Speculative Design gibi temaları inceledik; eşzamanlı olarak bu konular üzerine araştırma odaklı yazılar yazıyoruz. Diğer iki ders ise proje temelli. Biri kapsamında, eski bir Hollanda yapısının program değişikliğini cephe üzerinden hem malzemesel hem de duyusal olarak yeniden kurguladım. Diğerinde ise grupça, Hollanda’daki bir ödül töreni için ödül tasarımı yaptık. Seçmeli dersim, düşünme ile yapma arasındaki ilişkiye odaklanıyordu. Bu derste dokuma öğrenerek, en çok kullandığım iki malzeme olan metal ve tekstili bir araya getirdim; bu malzemelerin arkasındaki hikayeleri araştırdım. İkinci yılın genel teması “Finding Focus” olduğundan, kendi ilgilerimiz doğrultusunda özgürce projeler geliştirme imkanı bulduk. Bu derslerin yanı sıra, kısa zaman önce Den Haag’da bir sergide eserimi gösterme şansı yakaladım. Eser, İstanbul’da kentsel dönüşüm sürecinde yıkılan evim ve çevresindeki sosyal değerler üzerine bir veda niteliğindeydi. Bu sergiyle birlikte, farklı arka planlardan gelen insanlarla tanışma fırsatı yakaladım; bu deneyim benim için çok değerliydi.

Kendi projelerime ek olarak çeşitli sanat mekanları ve tasarım stüdyolarında gönüllü olarak çalışıyorum. Örneğin son olarak, Studio Method’un Rotterdam Mimarlık Bienali için tasarladığı pavyonu hayata geçirmekte gönüllü olarak çalıştım. Benim için konsept yaratmanın yanında, bu konseptlerin hayata geçiş aşamalarına da doğrudan şahit olmak çok değerli.

Royal Academy of Art iç bahçesi

Den Haag’da yaşamak ve eğitim görmek senin için nasıl bir deneyim? Şehri nasıl buluyorsun, seni nasıl etkiliyor? İstanbul’dan sonra burada yaşamak sana ne hissettiriyor? Projelerinde bu deneyimlerden ilham aldığın oluyor mu?

Yurt dışına taşınmakla birlikte, geldiğim yer ile şu an yaşadığım yeri kıyaslama duygusu kaçınılmaz olsa da bu durum benim için oldukça ilham verici. Projelerimi üretme sürecinde her iki yerin atmosferi, işlerim üzerinde bir şekilde izlerini belli ediyor diyebilirim.

Örneğin, son kişisel projem İstanbul’un Karaköy semtindeki zanaatkâr metal ustalarıyla yaptığım sohbetlerden ilham alarak tasarladığım bir lambaydı. Ancak bu projeyi Den Haag’daki atölyede hayata geçirmek, içimde iki mekanı birbirine bağlayan özel bir duygu uyandırdı.

Bu okuldaki eğitim sürecinin tasarım anlayışını nasıl etkilediğini düşünüyorsun? Başladığından bu yana sende ne gibi dönüşümler oldu?

Okul, alışılmadık teknik ve malzemeleri deneme konusunda öğrencileri oldukça motive ediyor ve atölyelerle bu imkanı sağlıyor. Bu durum, düşünülmeyeni düşünmemize ve daha cesur kararlar almamıza olanak sağlıyor. Eğitimim boyunca tasarım anlayışım oldukça deneysel ve yeniliğe açık bir hale geldi. Böyle bir ortamda yetişmek, merak ettiğim konuların peşinden tutkuyla gitmem için bana güç veriyor.

Bu okulda okumayı düşünenlere hangi önerilerde bulunursun? Başvuru ve hazırlık sürecinde nelere özellikle dikkat etmelerini tavsiye edersin?

Başvurmak isteyenlere önerim, olabildiğince fazla iş üretmek ve hata yapmaktan korkmamak olacaktır. Üretim sürecine olabildiğince vakit ayırmak, tasarım anlayışlarını geliştirmelerine ve özgüven kazanmalarına yardımcı olur. Hazırlık sürecini, sonu olmayan ve dinamik bir öğrenme yolculuğunun başlangıcı olarak görmek de motive edici olabilir.